Sokağa bakıp, “Yağmur cennette de böyle yağıyordu” yazdım deftere,
Bir şişe anzorot, bir tas sarımsaklı cacık söyledim;
Kapıdan, apartmanlar arasında sıkışmış kara bulutlara baktı garson,
“Çok su dökmez, kesilir ikindide yağmur” dedi gülerek,
Adisyonun bir sayfasını çevirip, tezgâhına döndü meyhanenin.
Damlaları izlerken, “Yağmur İstanbul’u ıslatıyor” yazdım peçeteye,
Cennetin kır çiçeklerini arıyordum gündüzcü meyhanelerinde;
Kalbim ilkbahar serinliğinde bir büyücünündü çünkü.
Garson cacığı koydu masaya, zıkkımı kadehe döktü,
“Hepi topu iki saati var bu yağmurun” dedi yüzüme bakarak.
Homurtusunda haklıymış İsmail, çıktığımda güneş iniyordu denize,
Ali Baba’nın rampasından hiç kıpırdamadan denizi seyrettim;
Küçük yokuşlardan ziftli Marmara’yı görebilirdin 98’lerde,
“Bak dindi yağmur, Allahaısmarladık” dedi İsmail kapıdan,
“Güle güle, cennetin gökleri alacalı” yazdım deftere.
Balıkçılar limana demirliyordu takalarını,
Işık fışkırtan bir vapur yanaştı Eminönü iskelesine;
Deniz rengârenk elbisesiyle bir nişan çiftetellisindeyken,
“Yirmi yedimden vurdun beni” diye bağırdım o sokakta;
Zabit neyin hak getire, meyhanede iğne tutmaz bir kalabalık,
Eve yürüdüm, hayalperest komünler kurdum, dağıttım.
“Cennetin hangi bağısın” türküsünü yaktım İstanbul’a.
Mart 2024, Acıbadem.
Levent Karataş